Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
”Dalgalı ve gür bir saçınız yoksa neden uzatırsınız ki saçlarınızı” dedi 1 saattir yanımda çirkin sesiyle huzurumu kaçıran 17’sindeki o kız.  Tam artık iyiden iyiye rahatsız olmuş kalkmak için toparlanıyordum ki son sözünü söyleyip benden önce kalktı. Burdan ayrılmam için bir sebep kalmadığına göre oturmaya devam edip benim ilk yazdığım, onun son söylediği cümle üzerine düşünmeye karar verdim. Dalgalı ve gür bir saçınız yoksa neden uzatırsınız ki saçlarınızı? Ne kötü bir cümle. Bu cümlenin çıktığı ağız ne çirkin bir ağız. O ağıza ev sahipliği yapan o surat ve o kafa. Kafana sıçayım 17’li kız. Umarım bu kafayla devam etmezsin
Bu kez banyo yapmıyordum. İçim, dışımı yıkıyordu. Bunu ilk kez bu gece yüzümü fıskiyeye uzatmış, ellerim yüzümü temizlerken fark ettim. Bir an elimin altında ne olduğunu hatırladım. Yüzüm. Göz çukurlarımı hissettim, elmacık kemiklerimi, burnumun her kıvrımını ve dudaklarımı. Yanaklarımı avuçlarımın arasına aldım sonra, teşekkür ettim. Elimin altındaki yüzün, ifadeleri geçti gözümün önünden. Ona yaptırdığım şeyler, onunla yaptığım şeyler. Sarıldım ona parmaklarımla. İlk kez saçlarımı yıkıyormuş gibi değil de, kullandığım bu bedenin saçlarını yıkıyormuşum gibi hissettim. ‘Hissetmek istediğim/sevdiğim birşey var ve ona ulaşabilmek için bu bedene yaptırdıklarım’ düşüncesi, üstüne düşündüklerim, göğsümdeki şu baskı, mutfaktan gelen çatal bıçak sesi ve kardeşimin bitmeyen soruları.  Duştan çıktım ve saçlarımı tarama yerine gelene kadar da iyi ama sevmediğim o an geldiğinde zaman duruyor benim için. Aynanın karşısına geçiyorum ve taramaya başlıyorum. Kafamda bir kapı aralanıyor ‘Saçlar
Eğer sana hiç aklından çıkarmamanı isteyeceğim bir son söz söyleyecek olsaydım -bir vasiyet gibi- sanırım şöyle bir şey olurdu; Hayat başına gelenlerden ibaret ya da her biri bir tarafından çekiştiren insanlara verdiğin/vermediğin cevaplar ile ilgili bir şey değil . Evet başına gelenler, içinde bulunduğun durum, etrafındaki insanlar önemli ve hatta belirleyici. Onları görmezden gel demek aptalca olur. Ama dünya hiçbir zaman adil bir yer olmadı. Olmasını beklemek bizim saflığımız. Kim olacağına, nasıl bir hayat sürmek istediğine karar vermek senin elinde olan. Sadece üzerindeki bu toprağa rağmen ayağa kalkıp, gelecek çelmelerden yılmadan gitmek istediğin yola koyulmak gerekiyor. Kolay değil bu ve belki de başarısız olursun. Ama senin karar verdiğin bir şeyin bedelini ödemek, kenarda durup başına gelecekleri beklemekten iyidir. Belki artık kendi yoluna koyulma zamanın gelmiştir. Kimseye yaslanmadan.  İnsanlara bu gibi konularda ahkam kesmek hiç sevdiğim bir şey değil. Çoğunlukla &quo
Bir durumun, bir olayın nasıl göründüğü ile fazla ilgiliyim. Olayı neden gerçekleştirdiğimi gözardı edip sadece sonraki iki hareketin nasıl görüneceğini düşünüp ona göre karar veriyorum huh

Hoşuna gitsin diye

Tanışalı pek olmamış. Elinde küçük bir kesik belirdi. Uzun süredir cüzdanımda taşıdığım yara bandını verdim. "Bak aylardır meğer senin için taşıyormuşum bunu, senden haberim bile yokken." diyorum. Kader böyle bir şey olmalı. İlgisini çekmedi. Yarım yamalak bir "hıhı". Hayatında bundan daha büyüleyici ne yaşıyor olabilirsin ki acaba? Sonra saçlarının altını kazıttığından ama artık pek belli olmadığından, saçlarının çok hızlı uzadığından falan bahsetti. hıhı. Normalde bu gibi şeylerin üzerinde pek durmam. İnsanlardan onlar beni aksine ikna etmedikçe ümitlenmemeye ikna oldum. Ama aklıma seni getirdi bu hikaye. Tam da senin ilgini çekecek bir şey gibi geldi bana Hoşuna gitsin diye anlattım.
Arabayı uçurumdan aşağı sürmek de bir seçenek, orada bırakıp kaçmak da Bazen bunları düşünürken, hiç ummadığım bir anda bir yığın çocuk kahkahalarla peşine takılabilir arabamın. Yada yıllar sonra evimde otururken geçen ilaçlama arabasına penceremi kapatırım "Çileği severim, ama balık tutarken oltamın ucuna solucan takıyorum"
Böcek ilacı sıkan aracı kullanan kişiyim. Akşam yine arabayı çalıştırıp hareket ediyorum ve o akşam birini göresim/gülümseme göresim var. Umutla yollarda, sokaklarda dolanırken beni gören herkesin penceresini kapattığını görmeye başlıyorum. Devam ediyorum, devam ediyorlar
Küçükken eline oyuncak bir uçak alıp yükseğe kaldırıp uçuruyormuş gibi yaptın mı hiç? Yaptığını varsayıyorum Bu yıl o uçak olmak istiyorum. Neden gerçek bir uçak değilim diye sızlanmayacağım, biri beni eline alıp uçuruyormuş gibi yapıp mutlu olurken gerçek bir uçak olmadığımı düşünüp o andan zevk almaktan kaçmayacağım, bir gün gerçekten uçabilmenin hayalini kurup kendime de o beni gerçek bir uçak gibi görüp uçurana da kaş çattırıp, surat astırmayacağım. Tam tersi gerçek bir uçak olmadığım halde birinin/kendi kendimin beni öyle görüyor olmasına mutlu olacağım. Buraya mutlu olacağım diye  biten bir sürü cümle yazabilirim ama onu da yapmayacağım. Ne olmak istediğim ve ne olacağım ile ilgilenmeyi bırakıyorum. Belki tamamen yapamam bunu çünkü biraz da üzerine düşünmeyi ve konuşmayı sevdiğim konulardan ama en azından bir süre bunlarla ilgilenmeyeceğim.  Ben neyim, ne yapıyorum ve ne oluyorum. Evet, ne oluyorum Plastik saçma sapan bir oyuncağı gerçek bir uçak gibi görebilen çocuk

26’05

Bugün dünyayı istediğim bir renge boyayım Rengârenk batan günü alayım karşıma Bir renk de kendimden katayım Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak Kapatayım gözlerimi bir hikâye yaratayım Vazgeçmeyeyim hissedilir biraz da sıcaklığımı katayım Kalbimdeki elleri bırakmayıp sıkıca tutayım Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt Yalnızlığın saltanatını süreyim, süreyim ama Birikmiş sevginden, herkese bir parça vereyim Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana Mutlu yıllar, mutlu yıllar bana
ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha  üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu hiç bilmiyoruz  diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla  tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı  böylece, niye olmasın, işte bir orman daha  sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz  ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda  ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız  kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız  yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız  ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla  tam öyle gibi.. demeyin: eh, biraz yorulsak da  demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda  biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz  bilmiyoruz ya..

Ve sen! Kestir saçlarını çok uzamışlar, dün fark ettim

Kelimelerin bazı anlamlara gelmediğinden bahsediyor Hikmet Afili cümleler de kursan, ağız dolusu küfürler de saysan  İncelikler yüzünden kırılmış bir kere Sertab’ın minik kız çocuğu  Ve Mazhar nasıl da hala umutlu Hey! Arabanı park etmek için orada yatan sokak köpeğini kaldırma! Basma o kornaya Göz göze gelmeyi alışkanlık haline getir. İnsanlarla değilse bile hayvanlarla Ve kestir saçlarını çok uzamış, dün fark ettim.   Sağ bacağı topal teyze küçük kaldırıma nasıl çıkacağına bakıyor  Yerinden kaldırılan köpek teyzeye Bir zabıta görünüveriyor sol çaprazdan, köpeğin yanından geçiyor ve  Ne teyzeyi görüyor ne de bükük boyunla ona doğru yürüyen köpeği İnsanlar geçiyor yanımdan, merak edip ne yaptığıma bakıyorlar ama sormuyorlar İnsanlar geçiyor yanımdan, teyzeye yardımcı olmuyorlar İnsanlar geçiyor yanımdan, köpeği sevmiyorlar  İşte! Bir kadın geliyor uzaktan Teyze umutlu, köpek umutlu, ben umutluyum Kadının elinde iki tasma, teyzeye havlıyor süslü ev köpüşleri Köpeklerin kapısında yattığı
Evet orası. Doğru yöne gidiyorsun. Nereye diye mi sordun bana? Sadece sokak adı mı söylemeliyim yoksa gerçekten nereye gittiğimden mi bahsetmeliyim? Sokak ismi veriyorum. İşini görüyor. Büyük bir sakinlikle kullanıyor aracını, sinyaller ihmal edilmiyor, yayalara önem veriliyor, arada dikiz aynasından gözgöze geliniyor Hadi diyorum, tekrar sor -Buradan giriyorum abla diyor, duruyor, para üstü uzatıyor Gidişine bakıyorum Beni gerçekten nereye götürdüğünü bilsen yine de götürür müydün?
Yazarken okuyucunun kahramanlar ile empati kurmasını sağlamalısın dedi yaşlı adam. Anlaşılan kahraman, okuyucu tarafından sevilir Tekrarladım, yaşarken okuyucunun kahramanlar ile empati kurmasını sağlamalısın Anlaşılan kahraman okuyucu tarafından sevilir Evet yaşarken. Yazarken göstereceğim anlaşılma özenini yaşarken de göstermeliyim o zaman dedim. Yazar değil yaşar olsun sıfatın.
‘böyle insanlar da var
Saçlarını dinliyorum. Gördükleri, duydukları, yaşadıkları ne çok şey var. Saçların ensendeyken neler yaşıyordun, omuzlarına geldiğinde ne yaşamaya başladın? Bana dokunduğunda toplu olan saçlarının hangi boyunda ikamet ediyorum? Ve boynuna dokunan saç tellerin hangi anıları taşıyor. Ensenden omzuna varana kadar yaşadığın ne varsa şuan omuzlarını öperken biraz zaman sonra karşına çıkan ben sadece sırtına mı dokunabiliyorum? - Kuaföre gidiyorum. Nasıl olsun diyor, düz diyorum. Düzelt anılarımı. Yada maşala istersen, karıştır ve alıştır onları birbirine çünkü uzun süre kestirmeyi düşünmüyorum - Ellerimi saçlarımın arasında dolaştırıyorum ve kim bilir nelere dokunuyorum. Hatırladığım ve unuttuğum ne çok insan, ne çok heves ve ne çok nefes Ben iyisi mi bir müzik kutusu alayım, atlı karıncalı, balerinli, gülümsetenli Sonra seveyim saçlarını, yaşadığın her anı, ben olanı olmayanı
Hey, harika gün ışıkları içinde yazıyorum. Adını bilmediğim ama hoşuma giden bir şarkı çalıyor (ilk kez dinliyorum) -shazam'ladım "Flashed Junk Ming- Milky Chance"
"Ben şimdiye kadar ne yaptım" ya da "çok geç kaldım" feryatlarını epeyce duydum şu yaşıma kadar etrafımdan. Hiç birine de hak vermemiştim. Bu bir tespitten çok, bir ruh haline davet gibi. "Hadi benim için üzülelim." Ben kederli şeyleri hep çekici buldum. Bunlar üzerine saatlerce konuşabilirim. Böyle şeyler hiç yokmuş gibi yaşayanlardan hoşlanmam. Fakat bunu hiçbir şey yapmamaya bir gerekçe haline getirmek de bambaşka ve çok acıklı bir şey. Çıkmaz sokak. Elimizdeki tek şey geriye kalan zamanımız. Bundan da vazgeçiyorsak, burada kalmayı anlamlı kılacak bir sebep kalmıyor demektir. Buna ikna olup, burada debelenmeyi bırakanların kararlılığına hayranım. Ama ben, bu yaptığım riyakarlıksa bile, belki yeni bir şeyler görmek, bir kaç taşı üst üste koymak, biraz daha anlamak için debelenmeye bir süre daha hevesle devam etmek niyetindeyim
Karışıklık kaçamak ve kolay bir tabir olduğu için bu kadar çok kullanıyorum sanırım.  Esas durduğun/sürüklendiğin/kendini bulduğun yer ile içindeki çelişmeye başladığında hep birbiri ardına gelen acaba ile başlayan cümleler suyu bulandıran.  Çirkin ördek yavrusunun kaderi
Tanrının sadece bizimle ilgili ayrı bir planının olduğunu düşünmek biraz safça geliyor bana. Çok benim dünya görüşüme yakın olmasa da Al Capone'un söylediği rivayet edilen bir söze denk gelmiştim. Şöyle bir şey; "çocukken her gece tanrıya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. sonra onun tarzının bu olmadığı anladım. bir bisiklet çaldım ve her gece tanrıya beni affetmesi için dua ettim."  Haklı yanı şu, sürekli birileri tarafından bir yerlere konan, oradan alınan, başka yere konan, oradan başka yere, oradan başka yere taşınan biri gibi hissederek yaşamak katlanılır şey değil. Sonunda büyük çuvallasan bile dönen bu çarka elini sokmak, görmek, dokunmak, hissetmek, dahil olmak, değiştirmek, çekiştirmek hayat denen şeyin ta kendisi sanırım. Bana verdiler ve benden aldılar geçerli mazeretler olsa bile bu oyundan başka da bir şey yok elimizde
İnsan neden ayağını burkmaktan, kafasını çarpmaktan, kötü haberlerden, mutsuz olmaktan, acı duymaktan bu kadar korkar?! Hiçbir şey olmasın mı istiyorlar? Keyfi bozulmasın, tatsızlık çıkmasın... Hayatı hep başına gelenleri " atlatmak " üzerine kurduğunda hayatını da atlatmış olmuyor musun? Ölüyoruz ya hu! Ha yarın, ha 25 sene sonra. Yeterince zaman geçtiğinde bu ikisi arasındaki farkın da hiç bir anlamı yok. Amaca bağlanmaya çalışan ruhlarımız bir gün o amacı bulacak mı emin değilim, Ama aramaya devam ederken soru sormak, merak etmek, seyretmek, hissetmek elimizde karın doyurmaya en yakın şeyler. Olacaklardan korkmadan, nefret etmeden, -mümkün mertebe- yargılamadan sadece anlamaya çalışmak. Bileklerini kesip, bilincini kaybedene kadar neler hissettiğini yazan  Beşir Fuat gibi mesela, Kendisinin bir fotoğrafı ilk tanıştığım andan beri aklımın bir köşesinde asılı duruyor, arada göz göze geliyoruz.  Konuşacak çok şey varmış gibi
Eğer dünyanın tamamen benzer anların art arda dizildiği bir şeyden ibaret olduğunu söylerseniz anlaşamayız küçük hanım; Eğer dünyayı anlamdan, anlamaktan uzaklaştırıp hissetmekle sınırlarsanız, Üstüne bir de hissetmeyi sadece "o an"ın ürettiği bir şey diye tarif ederseniz, Bence işte o zaman olan biten büyüsünü kaybetmeye başlar.  Bu anlam, kendi hayatlarımızın gölgesini üzerine serip onu bulanıklaştırmadan, üzerine konuşmaya, "ter döküp, soru sormaya" değer bir şeydir. Yine mi anlatamadım :/ Bir gün bu içimdekini eksiksiz bir berraklıkta anlatabilme ihtimalinden daha tatmin edici bir şey hayal edemiyorum.
Dünya hiç bilmediğimiz konulardan sürekli sınavlar getirip önümüze koyuyor. Verdiğimiz cevapların bütün sorumluluğunu da üzerimize alıyoruz. Ama galiba bu sınavların sırrı sorulara ne cevap verdiğimizden çok, onları nasıl karşıladığımız ile ilgili.  Güzel şeyler görmeye çalışıyoruz. Güzel şeyler olsun istiyoruz.  Belki de işte bu istek dünyayı ve hayatımızı güzelleştirecek olan, peşinden inatla gitmemiz gereken. Şu an neden iyi hissetmiyorsun (musun) bilmiyorum. Çok isterdim elinden tutabilecek bir şeyler söylemeyi Ama bildiğim bir şey varsa, bunlar geçecek. Güzel şeyler göreceksin. Bunu bir temenni olarak söylemiyorum Seni ve dünyayı birazcık tanıdıysam; oradan güzel şeyler çıkacak
Şöyle bir akşam; Saatlerdir Neil deGrasse diye bir adamın peşine düşüp, evrenin ne kadar büyüleyici, insanın nasıl aciz olduğu üzerine ürpertici hikayeler izliyorum. Muhtemelen kendisi olsa şöyle açıklardı; Senin, benim, onun birbirinden kopuk, tek başına bir şeyler olduğu tamamen bizim kendimizi eşsiz görme takıntımızla uydurduğumuz şeyler, hepimiz tek bir bütünün birbiri ile sıkıca bağlı parçalarıyız.. Bu yüzden senin ona fısıldadığını benim duymam, benim hissettiğim ile onun gülümsemesi kadar normal ne olabilir! :) Normal bir günde bana bunu söylediğinde ben şöyle derdim; Ne olur tesadüf olmasın! Ne olur bu gördüklerimiz, sadece gördüğümüz kadar olmasın. Dünya sağlıklı yaşamaktan, kariyer planlamaktan, sporun faydalarından, sigaranın zararlarından, büyüklerine saygıdan, sınıfı geçmekten, ıspanak pişirmekten ibaret olmasın. Lütfen
Durup seyre dalsa denizi hiçbir şarkı gelmez aklına Bir çocuk ki kendisini avutacak şarkıları öğrenmeden üzülmüş

ARA'LIK

Ah Nesrin! İnsan çok garip bir varlık. İçine atıldığımız bu denizde herkes kendi meşrebince çırpınıyor. Kendisini merkezine koyduğu aptalca ilişkiler yumağı kurup saçmalıyor. Bu yumağın içine koyduğu insanların yaşadıklarına körleşiyor. Bu sebeple insanlardan nefret etmeye hakkımız var. Ama bir yandan da ne kadar zavallı olduklarını görmeye başladığında bunun da bir anlamı kalmıyor. Kimsenin yumağında bir parça olmamak, kimseden bu çırpınmaları içinde fazla şey beklememek gerekiyor sanırım. Kimsenin hayatını zorlaştırmadan, kimsenin yumağına karışmadan bu dünyadan geçerken küçücük de olsa bir şeyler başarabilme hissinin peşinden gitmek, bulabildiğim en mantıklı şey

ESAS

Durduğun, sürüklendiğin, kendini bulduğun yer ile içindeki çelişmeye başladığında hep birbiri ardına gelen acaba ile başlayan cümleler suyu bulandıran.  Çirkin ördek yavrusunun kaderi

YAŞA DOSTOYEVSKİ

Yazdıklarımı okurken hoş bir duyguya kapılmayacaksınız eminim, hepimiz daracık dünyalarımızda insanlardan kopuk yaşıyoruz çünkü. Gerçek hayata öylesini yabancılaşmışız ki, adını bile duymak istemeyiz. Peki ama neden bazen olmadık, aptalca arzular peşinde koştururuz? Sebebini biz bile bilmiyoruz. Üstelik, bu olmadık isteklerimiz gerçekleştiğinde en çok zararı görecek olan da biziz. Deneyin isterseniz, içimizden birinin bağlarını çözüp, esaretini kaldırınız, emin olun, o yine e saret altına girmek isteyecektir. Bu yazdıklarımı okuduğunuzda kızgınlıktan ayaklarınızı yere vuracak ve: “Siz, kendi rezil hayatınızdan, kendi yeraltınızdan bahsedin!” diye bağıracaksınız.  Hepinizi bu işin içine katarak kendimi kurtarmaya çalışmıyorum. Ben, sizlerin korkaklığınıza “ölçülü davranış” kılıfını geçirip, yarım bıraktığınız her şeyi sonuna kadar götürdüm. Hayatın gerçeklikleri ile sizden daha fazla yüz yüze geldim ben. Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz. Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nere

10.3.16 KİM BİLİR

Düşünmem gerekenleri düşünüyorum bu saatlerde. Düşünmem gereken şeyleri neden düşünmem gerektiğini, bana bunları neyin düşündürdüğünü ve varacağım sonucun benim için önemini. Davulun sesi uzaktan hoş gelir atasözünün ne kadar doğru olduğunu ilk defa bugün anlıyorum ve cümle içerisinde kullanıyorum (bu hoşuma gitti) Yakınlık denen şeyin güzel olduğu kadar çirkin  de olduğunu anlıyorum sanırım, yani örülen duvarlar, koyulan kurallar, çizilen sınırlar aslında o kadar da kötü değilmiş. Olması gerekmiş. İnsan denen şey kaktüs gibiymiş. Çiçekmiş ama dikenleri varmış. Uzaktan dikenini görmez yaklaşırsın ve en yakına ramak kala can yanması başlar. İnsan = Kaktüs Düşünmem gerekenleri düşünüyor olmak zor. Direkt neden düşünmem gerekenleri düşünmüyorum da düşünmem gerekenleri düşünüyorum bilmiyorum sanırım vardığım sonuca göre onları düşüneceğim yada düşünmeyeceğim. Bu kırıcı sanırım.  ⏭ don't worry, be happy

16.7.16

Barbileri saç tellerine karışmış bir kız.  Her telde farklı bir oyun,  her telde farklı bir ritim,  her telde farklı bir dokunuş,  her telde farklı bir gülüş,  her telde farklı bir bakış...  Kimisi oyuna dahil olup karışırken o saçlara, kimisi oyunbozanlık yapmak isterken boğulur teller arasında. Belki de bu yüzden şişti kızın ensesi, oyununa karışandan çoktu bozan ve ölü bedenlerle doluydu orası.  Bir gün Alice oldu kız, bir gün Sidney.  Bir gün barbileriyle oynadı kız, bir gün ateşleriyle.  Aslında çok şey istemedi kız. Zor gibiydi anlaşılması dışarıdan bakıldığında fakat usulca yaklaşıp, derin bakıldığında  şeffaftı  kız.  Herhangi bir yerde üretilen ve öylece salınan bebekleri toplamış ve benim demişti kız. Her birine farklı isim, farklı tavır vermişti kız ve büyürken korkmuştu onları tekrar sahipsiz bırakmaktan. Çünkü bilirdi önce sahiplenilip sonra bırakılmayı.  O yüzden aldı saç tellerine.  Saç tellerine aldı çünkü saçına değen her şefkatli el onun olanlara da değece

'ÇIKIT

Resim
"Geçmiş ve gelecek yoktur, yalnızca sonsuz bir şimdi vardır" Bunu ilk kimden duydum diye aklıma düştü vizörden bakarken ve çekmeye başladım. Bir fizikçiyle karşılaşacağım diye beklerken 17.yy da bir şair çıktı karşıma.  - hayatı açıklamak konusunda bir fizikçiye mi yoksa bir şaire mi daha fazla güven olur konusu ayrı bir mevzu -' Diyeceğim o ki, o elleri daha sıkı tut çocuk, daha yüksekten uç kuş. A ynı karede değiliz diye üzülmeyin! Çünkü an, elleri tuttuğun ilk an An, kanatlarınla rüzgara karıştığı o an

P.

Sürrealizm, kendilerini ona adayan kişilerin canları istediğinde onu yüzüstü bırakmasına izin vermez. Zihin üzerinde uyuşturucularınkine çok benzer bir etkisi olduğuna inanmak için her türlü sebebimiz vardır. Tıpkı uyuşturucular gibi belirli bir ihtiyaç hali yaratır ve insanı korkunç başkaldırılara sürükleyebilir

8.10.17

Bence aşk bir çocuğun gözünden pamuk şekerdir. Kocaman, renkli, bitmez sanılan, çok istenen, uğruna gözyaşı dökülen ulaşılamazsa akılda/içte kalan, ulaşılırsa ne olduğunu anlamadan elinde kalan sopayla başbaşa bırakan. Görürsün, aşık olursun, gülümser ve sadece istersin. Yaşarsın ve biter. Sonra başka şekerler ararsın, yine aşık olursun ve yine biter. Ve yine bence sevmek, yavru bir kedidir. Tırmalamış da olsa, yatağına pislemiş de olsa, hasta ve çirkin sesli de olsa yanına gelip sokulunca içinde hissettiğin o şey'dir. Çok önemli bir iş ile de meşgul olsan gözüne takılandır, mutlu olduğunda severken mutluluğunu arttırdığın, ağlarken sokulmaya çalıştığın, öfkelendiğinde ne hissediyor olursan ol zarar gelmesinden korktuğun yavru bir kedidir sevmek. Kitaptır, repliktir, dumandır, uyuşmaktır, orgazmdır. Ne ala müstehzidir sevmek

NESOPTİK

İnsan gördüm. Çocukluğu boğazına düğüm olmuş İnsan gördüm Yaşadıkları kalbinin hırs pompalamasına sebep olmuş İnsan gördüm  Sevgi dolmuş, sevgi'li olmuş Ve yine insan gördüm Sevgi ne hiç tadına bakmamış - Ben insan gördüm.  Marka değil, renk değil, şekil değil. Anlatmam istense kişiyi, sahip oldukları ile değil sahibi oldukları ile anlatırım.  Ben gördüm. Sağ gözüm 1 sol gözüm 0.75 

YAŞLI KÜÇÜK KIZ

Aynı masa farklı kuşaklar. Bir olan tek şey masa değil, kahvaltı tabakları, ekmek sepeti 40 yaş üstü ve 15 yaş altı Paylaştıkları şeyin daha farklı şeyler olmasını dilerdim. Masada küçük 1 kız var ve 8 büyük kadın. Muhtemelen sürüklenerek ve mecburiyetten masalarında bulunun bu kızın farkında değiller mi de "Nermin'in kendi boyadığı çarpraz bacaklı sehpahalarından" bahsediyorlar. Küçük kızın telefonu ile ilgilendiğini görüyorum. Elleriyle çerçevelediği telefonu ile ilgileniyor ve masa da hala sehpahalardan bahsediliyor. Beni anlıyor musun? Çünkü artık sinirlenmeye başlıyorum. Çünkü kadınlardan 3 tanesi de telefonlarına gömüldüler. Şimdi merak ettiğim şey şu, ilerleyen zamanlarda masalarında var olan ama dokunmadıkları bu kızı nerede görmek istiyorlar? İstedikleri gibi olmaz ise ne diyecekler? Kız bu günü hatırlatacak mı? Onlara "sehpahalarımı kendim boyadım" demeyi unutma küçük kız. "Daha fazla yaşlanmak istemiyorum" dedi göz da

KAR KÜRESİ

Ne istediğini bilmek galiba bütün mesele.  Uyanıp şunu yapacağım, sonra şunu ve sonra şu. Bir akıntıdayım/sın. Durup düşünmek evet insanı çılgınca şeylere sürüklüyor olabilir ama ipleri eline alman her şeyi değiştirecektir.  Göğsünde hissettiğin şeye kulak ver! Kulak ver. "Ömrünün bu kadar büyük bir bölümünü verdiğin şey için en azından her sabah kendini yeniden ikna etmek zorunda olmadığın, uğraştığın şeye uzaktan baktığın zaman güzel bir şey için çabaladığını hissettirecek bir şeyle karşılaşmanı diliyorum. Bu karşılaşmayı kolaylaştıracak olan da, ne istediğini kendine söyleyip sonra etrafına onu arayan gözlerle bakmak." Avuç içleriniz ne kadar da yumuşak bayım.

PARALELİTE

Resim
Ne zor şey, insanın mutlaka bir şey seçmek zorunda olması, her göz kapağı açılışının sana farklı yollar gösteriyor olması ve senin "bu kapağı açamıyorum yardımcı olur musun" deyip erkek kardeşine gidememen.  Önce telefonuna mı bakacaksın yoksa gözlerini mi ovuşturacaksın? Ayaklarını yataktan indirirken gözlerin ile terliklerine bakacak mısın yoksa direkt lavaboya mı koşacaksın? İzlediğim bir televizyon programından en eski sporun "düşünmek" olduğunu öğrenmiştim. Neden 'eski' olduğunu şimdi şimdi anlıyorum.  Durduğunu düşün. Duruyorsun. Etrafına izlerken ne yapacağını düşünmeye bir başlasan, karar verip harekete geçmen yıllarını alır. Yıllarını alır. Yıllarını almak. Doğru kelime değil, almak. Çalmak olmaz mı doğru kelime? Gerçi düşünmeyi yada bir şekilde harekette olmayı tercih ettiğin için sen veriyor da olabilirsin, bu durumda o da alıyor olur ve doğru kelime de 'almak' olabilir. Peki ya almasını da çalmasını da istemiyor isem ne yapmam g

VE SONRA

Resim
Sonra dedim ki neden yazmıyorum? Neden yazmıyorum ya? Madem seviyorum, madem istiyorum neden yapmıyorum ki bunu. Aslında hayatımı dışarıya açmak ile ilgili kabızlık sorunu olan bir insanım ve bununla yaşamaya çalışmak gerçekten yorucu oluyordu ve çözümü yüzmeyi öğrenmek için iskelenin ucundan atlamak ta buldum. Geçmiş kutumdaki bir anı ile örnek verip, olaya ışık tutmam gerek ise diye bir kaç şey anlatacağım. Küçükken günlüklerim olurdu. Hatta bir zamandan sonra kilitli günlüklerim olmaya başlamıştı ama annemin yazdığım her şey ile ilgili karşıma gelip bir şeyler soruyor olması kilidin pek de güvenilir bir şey olmadığını anlamamı sağladı ve beni soğuttu. Sonraki zamanlarda tekrar yazma isteği duyup geçmişi hatırladığımda ise yazdıklarımı neden saklayıp kilitleme gereği duymuş ve tel tokayla kilidi açıp yazdıklarımı okuyan bir annem olduğu için neden kendimi soğutmuşum ki diye düşündüm. Uzun zaman önce başka bir blog sayfası açmıştım ama orada sadece sevdiğim yazarların sözlerini, beğ