İçimde bir iş görmenin saadeti

Henüz 20’li yaşlarıma gelmeden tanıştığım Montaigne’in Denemeler kitabının üzerimde hakkı çoktur. Anlamasam da düşünmeme sebep olduğu için sevdiğimi söylerdim, “bu senin yaşının kitabı değil” diyenlere. Şimdilerde anladığımı sanıyorum fakat hala düşündürüyor. Hatta zaman geçtikçe bu ayağa bağ, başa bela kadar vahim değilse de kafamın odalarının birinde pencere açık bıraktı. Kapıyı da kapatamıyorum. Çünkü anlamak yetmiyor klişesi eşiğin tam önünde yatıyor. E diyor? Üşüdün mü? Kapıyı mı kapatacaksın? der ve güler gibi bakıyor yüzüme. Ah! diyor. Anlayanların anlattığına hiç şüphesiz inanmak ve çay kaşığı kadar bilgi ile o şeyi körü körüne savunmaktan daha çirkin bir şey varsa o da bir sonraki adım için evhamlanmak ve de sadece sanıyor olmaktır. Birkaç gün önce Montaigne’in giriş kısmına yazdığım sözü ile ilgili artık aramda bir şeyler olabileceğini hissettim. Hatta lisan-ı münasip bir şekilde Saye’ye de izah ettim. Ediyordum. Ta ki bu gece yazmama sebep olan şeyi yaşayana kadar. Önümde yığınla bekleyen sorumluluklarımı ve boğuş boğuş boğuşmak ile geçen içsel takvimimi karşıma aldım. Benimle probleminin ne olduğunu anlamaya çalışırken, işimi kolaylaştırmak için kendime bazı şıklar sundum. Bu kadar biriktiği için mi yapıyordu? Yoksa benim takvimim bu muydu, böyle miydi, bunu mu kabul etmeliyim? Yoksa tüm bu anlamaya çalışma mevzuları da benim yine sorumluluktan kaçma yollarımdan biri miydi? Peki bunun şeffaflık ve incelikler ve gelincikler ile ne gibi bir ilgisi olabilir?

Nereden başlamalı ne yapmalı? Evet bunları ben de soruyor, yola cevaplarım eşliğinde devam etmek istiyorum fakat karşımda parmağını kaldırmasının yeterli olduğunu söylememe rağmen omzu çıkacakmışçasına bir çaba ile seçilmek için arzulanan kutu kutu işler görüyorum. Ve öhö öhö! Montaigne cümlesi eşiğinde yatan anlamak yetmez klişesinin parmağını kaldırmasına ihtiyacı yok. “Olay benim anla işte” diyorsa bir öhö ve duyarsan şanslısın der gibi bir fısıltı onun için gayet yeterlidir. Karşımdaki kutulardan hangisini açsam ve hangisinin omuzlarıma yük olmuş sorumluluğunu çiçeklendirsem diye telaşlanırken oralardan gelen bir öhö şunu yapmama sebep oldu;


Evet tamam. Şimdi. Önümde yığınla iş, önümde -bence- kısıtlı bir zaman ve tam kollarını sıva artık hadi kızım hadi demeye meyletmişken eşik canavarı çaldı düdüğünü. Neydi bu canavar? Neredeyse ortaokuldan beri aklımda küçük veya ranza paylaşmalı bir bölüme razı olmuş şu cümle “Her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.” Peki burada anlamam gereken şey ne? Heh! İşte şimdi seni gayet net görüyorum. “Her şey ile biraz ilgilenmek aslında hiçbir şey ile ilgilenmemektir.” Bence bu kez puzzle can alıcı parçasını elinde tutuyorsun kızım aferin sana. O zaman yapman gereken tek şey az evvel sorduğun soruyu tekrar sormak ve sorduğun şeyi öyle sorulduğunu bildiğin/gördüğün için değil, yola çıkmana yardımcı olacağına inandığın için sormak. 


Nereden başlamalı? Ne yapmalı?


Önceliklere ve aciliyete göre sıralandırmalar yapmak dünyaca büyük işler yapmış, iyi işlere imzalar atmış kişilerce en mantıklı yoldur. Benim yoluma bu soruların etkileri ise daha memnuniyete dayalı. Tüm bu işleri karşıma alıp şunu söylemek istiyorum. “Sevgili, erteleye erteleye neredeyse kendime yaslanacak bir dağ yaptığım canım işlerim. Her birinizi kişisel dürtü ve kararlarım ile bugüne dek kendim ile birlikte büyüttüm. Şimdi, her şeyi unutup, sarılıp birbirimizin varlığından memnuniyet ve güç duyduğumuzu söylemememiz için hiçbir neden yok. Benim her birinizi çözmem demek, çözülen ile vedalaşmam demek. Biliyorum öylece bitip gitmeyeceksiniz. Her kuluçkanın sonunda birkaç yumurta bekler. Kaçtığım şey esasında onlar mı yoksa ben bu debelenme olayını baya baya seviyor muyum bilmiyorum. Şimdi, tam da şu an bu yazımı bitirdikten sonra ilgilenirken iyi hissedeceğim, ne gibi bir aksilik olursa olsun onunla ilgilenirken kendimi layığı ile büyüteceğim sorumluluğum hangi kutuda ise ona doğru dönecek, onu gündemim edeceğim. Sevmediğim bir işi yaparken iş yapmayı sevmez hale gelmekten hep korktum. Olacak gibi olduğu anlarda hep fark ettim, kendimi yakaladım. Ve şimdi şunu demek istiyorum. İşimi yaparken öyle iyi hissedeyim ki, iş yapmayı seveyim. Bir eşik ile karşılaşayım. Yerde yatan neler var bir bakayım. Geçmişimden ve sağımdan solumdan kulağıma, kafamın derinlerine yer etmiş alayları, yapamazları, yap da bakarızları kontrol edeyim. Onların orada olması demek benim hala aynı ben olmam demek, bunu artık biliyorum. Bunlar canımı sıkmasın, oh be diyeyim iyi ki varsın be teyzemin kulağımdan gitmeyen sesi. İyi ki varsın bodrum katı, iyi ki varsınız salyangozlar. Bu eşik beni öldürür deyip gitmeyeyim. Ona da bir çift lafım vardır muhakkak onları beyan edeyim. Ve, tamam o zaman diyeyim? Sen buraların tadını çıkar bitli vesvese. Ben akşam rüzgarı esip seni cereyanda bırakmadan gelmiş olacağım. Kapıyı kapatıp seni öyle iki büklüm de bırakmayacağım. Düşünmeme sebep olup, beynimde yeni bağlantılar kurarak gideceğim yolu aslında çizen sen için kapının ardına yuvarlak bir yatak, sekiz gözlü bir kitaplık, bir kalimba ve kocaman bir tuval ile on iki adet boya, 4 adet de fırça bırakıyorum. Tüm bunlar bana kattıkların için armağan olsun diye değil. Gözüne kestirdiğin olursa seç de eşiğine yat diye. Yarım yamalak kalmasınlar diye. Bana bu problemi çözdüren, bunlar için ne yaptırmaz diye. Seni sevdim diye. Bunca zaman alıştık diye. İşimiz bitsin, biz bitmeyelim diye. Bundan sonra senin zorluğundan bahsederken faydan ile bitirdiğim her yazım Orhan Veli’nin şu cümlesi ile bitsin diye;


“İçimde bir iş görmenin saadeti”

Orhan Veli KANIK


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bütün mümkünlerin kıyısında

Bu buluşmaya bir isim vereceğim

Bu dünyada kötüler hep aynı şeyi söylüyor